23 Mart 2014 Pazar

Mevlana hazretleri ve serhoş



Gece yarısından sonra, Hazret-i Mevlana’nın dergahının kapısı çalınır. Talebeleri açar. Sarhoş bir genç, (Ben Üstad Mevlana’yı görüp, elini öpüp duasını alacağım) der. Talebeler kovsalar da, o gitmez, (Duasını almadan asla gitmem) diye diretir. Talebeler ne yaptılarsa oradan uzaklaştıramazlar. 

Gürültüye Hazret-i Mevlana uyanır, (Ne var, ne bu gürültü?) diye sorar. Talebeleri, Efendim, sarhoş bir genç, duanızı almadan gitmeyeceğini söylüyor derler. 

Hazret-i Mevlana talebelerine, (O, sarhoş kafayla bu saatte bizi bulabilmiş, siz ayık kafayla içeri alamıyorsunuz. Belki samimidir, niye kovuyorsunuz? Talep edeni, ihlasla arayanı kovma yetkimiz yok ki. Ateşten çıkıp gelene, dön tekrar ateşe demeye hakkımız var mı? Bırakın gelsin yanıma) buyurur.

Mevlana hazretlerinin bu sözlerini duyan genç gelir ve ağlayarak, (Hocam benim gibi sarhoş, edepsiz birisi için, talebelerinize sitem etmenize gönlüm razı olmadı. Beni de talebeliğe kabul buyurmaz mısınız? O talebelerin ve sizin hizmetinizde olmakla şereflenmek istiyorum) der. 

Hazret-i Mevlana gencin gözyaşlarını silip der ki:
Evladım hoş geldin aramıza, kimin ne zaman ne olacağı belli olmaz, hangi vesile ile kavuşacağı belli olmaz. Allahü teâlâ âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber efendimize, "Beni talep edene hizmetçi ol" diye emrediyor. Bu yüzden talep edenin haline vaktine saatine bakılmaz, talebine bakılır. Sen bizi Allah için sevip bulmuşsun. Gerçekte talebin biz değil, Allah sevgisine kavuşmaktır. Buna engel olmaya kimsenin hakkı olmaz. Talebelere sitem edişim bu yüzden idi.

22 Mart 2014 Cumartesi

İŞTE GERÇEK BİR GELİN ALAYI

Kanuni Sultan Süleyman vefat etmiş, onun yerine Sultan II. Selim tahta çıkmıştı. Onun hükümdar oluşunu kutlamak için, dünyanın her tarafından elçi heyetleri geldi. Bu arada İran’dan da kalabalık bir heyet geldi. Eskiden beri gösterişe ve olduğundan fazla görünmeye meraklı olan İranlılar, bu sefer 700 kişi ve 1700 yüklü hayvan ile gelmişlerdi. Padişaha bir çok hediyeler getiren bu heyetin başında Şahkulu Sultan Han adında çok nüktedan bir adam bulunuyordu. Sultan Selim, onu ağırlayacak olan kimsenin de ondan aşağı kalır birisi olmamasına dikkat edilmesini istedi ve Şemsi Paşa’yı bu işe memur ettiler. Bundan başka, bu kadar şatafatlı bir heyete karşı Osmanlı devletinin büyüklüğünü ve kudretini de göstermek istiyordu. Onun için büyük bir askeri kıta, elçi heyetini Edirne’ye girerken karşıladı. Hepsi seçme askerlerden kurulu bu kıta, rengarenk elbiseler giymiş ve bunların arasında altın ve gümüşlü silahları pırıl pırıl parlıyordu. Şahkulu, kendisini karşılayan bu haşmetli ihtiram kıtasını görünce, Şemsi Paşa’ya döndü ve:-İşte gerçekten bir gelin alayı! Dedi.Bu sözlerde bir takdir hissi olduğu gibi, Türk askerini kadına benzetmek gibi bir mana da vardı. fakat nüktedanlık bakımından, ondan aşağı kalmayan Şemsi Paşa:-Evet, dedi, Çaldıran’da gelinlerini aramağa giden asker, işte bu askerdir, cevabını verdi.

Ben nasıl olur da gülebilirim?



“Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa haçlıların işgalı altında olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim? Nasıl olur da sevinebilirim ve nasıl olur da istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim? Hele gözüme nasıl uyku girebilir?”

Selahaddin-i Eyyubi, rahmetullahi aleyh

21 Mart 2014 Cuma

Suriyeli Çocuklarlardan Bir Söz



"Bizi neden öldürüyorsunuz, ama biz daha çocuğuz"

Bir Söz; Suriyeli Çocuklar

Size ne oldu ki?..



"Size ne oldu ki, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?"

Kur'an-ı Kerim; Saffat 25 Meali

Gerçek fakirlik...



Vallahi, Kur’ân’dan daha üstün bir zenginlik olmadığı gibi, ondan mahrum olmaktan da daha fakirlik yoktur." 

(Hasan-ı Basri Hazretleri)

Rahat gününde Allah'a yalvar...


"Rahat gününde Allah'a yalvar ki, sı­kıntılı gününde sana icabet etmesi umula..." 

(Ebu'd Derda radiallahu anhu)

Hayırlı Cumalar


Bu Mübarek günde Müslüman'ları dua da unutmayalım...

20 Mart 2014 Perşembe

EKMEK KIRINTILARINI YEMENİN FAZİLETİ



Bakınız hepinize tembih ediyorum 'ekmek kırıntılarını yeyiniz!' Bir ekmek kırığının düştüğünü görsem vallahi billahi alıp temizleyip yiyorum.

Bir adam yolda kölesi ile giderken baktı ki bir ekmek parçası bir pisliğin içinde yanında geçti gitti, ama onu oradan almadığına pişman oldu. Dönüşünde aynı yerden geçmesi gerekti. Baktı ki pislik orada fakat ekmek yok. Acaba ekmek ne oldu diye kölesine sordu. Kölesi: ''Bir ara fırsat bulup onu ben aldım, temizleyip yedim.'' dedi. O zaman o kimse dedi ki: ''Bir cennetlik adam benim kölem olamaz. Seni azad ediyorum. Çünkü Resulullah'tan işittim: ''Bir adam ekmek kırıntılarını toplasa yese cennetliktir.''

Bu müjdeyi unutmayalım. Ekmek kırıntılarını toplayıp hayvanlara versek ne olur derseniz, derim ki onu biz yiyelim, hayvana başka şey verelim. Çünkü hayvan sevap kazanamaz. Ekmek kırıntılarına dikkat etmemekten cin çarpmaları da olur.
Birisi manada Lokman Hekim'i gördü. Lokman Hekim ona: ''Bu gün ismi duyulmadık hastalıklar var ya! onlar ekmek kırıntılarının lağımlara karışmaları sebebiyle oluyor.'' dedi.

İçinde içecek bulunan bir kabın üzerini açık bırakmamalıdır. Velev bir çubukla olsun kapların üstü örtülmelidir. Tam sünnet üzere yaşarsak hiç hasta olmayız.
Edeptir yol asıl Hakka gidelim, Cemali ba kemali seyredelim...

Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruh) sohbetler kitabından Cilt:1 Sohbet: 24

O, ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır...


O, ölüden diri çıkarır, 
diriden ölü çıkarır ve toprağa ölümünden sonra hayat verir sizler de işte öyle çıkarılacaksınız! 

(Rum 30/19)

Parçalanıp bölünmeyin...


Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”
(Ali İmran Suresi 103. Ayet Meali)

Münafıklara en ağır gelen şey...


Münafıklara Sabah ve Yatsı Namazından daha Ağır gelen Hiçbir Namaz yoktur.

(Hz. Muhammed S.A.V)

Güç ve Kuvvet Ancak Allah'tandır!


Güç ve Kuvvet Ancak Allah'tandır!

LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH

Fatih Sultan Mehmet Han


Bir gece ansızın gelir, krallığınızı
İmparatorluğuma katarım...

Fatih Sultan Mehmet Han

Hadis-i Şerif


Mü'min az konuşur çok çalışır,
Münafık ise çok konuşur az çalışır!

19 Mart 2014 Çarşamba

Şimdi ağlar bu vatan sana...


Şimdi ağlar bu vatan sana..

Sen yere düştün diye övünür arz

Kanınla yeşerir kainat..

Zalimi ihmal eder mi hiç Allah...

Sen gül ey şehid, ölüm yok sana

Biz gurbetteyiz bak, yakınlık sana!

Burda özleyenlerin varsa orda da yolunu gözleyenler var..

Sabrı bırakıp da yürü ötelere

Bizden selam götür o pak Sevgiliye...

Hadis-i Şerif



”Gafiller arasında Allahü teâlâyı anan, 
Kuru çalılar arasındaki yeşil ağaç gibidir.” 
Hadis i Şerif [Ebu Nuaym]

AVUSTRALYA DEVLETİNE SAVAŞ AÇAN, 2 TANE TÜRK…..


Avustralya İlk resmi savaşını, İKİ TÜRK ile yapılmıştır..

Yıl 1912, İngilizler Hindistan'ı işgal eder… Osmanlı 350 adet Levent ile Hindistan'a Yardıma gider Buradaki savaşlarda 40 kadar TÜRK esir düşer. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.

ESAS HİKAYE BUNDAN SONRA BAŞLAR….

Gemiden Kaçan İki levent…… Mesleği Dondurmacılık olan Abdullah ve Mesleği Kasaplık olan Mehmet Avustralya'da Kendilerine yeni bir Hayat Kurarlar… İşleri ve kazançları iyidir ama Onların Kulağı sürekli Anadolu'da ve Memleketlerindedir…
Dünya kaynamaktadır… Balkanlar, ortadoğu ve İngilizlerin işgal ettiği Türk Yurtları….
İşte Tam Bu sırada (1915) Avustralya Hükümeti, İngilizlerle birlikte Çanakkale'ye ASKER çıkarmaya karar verir ve bizim iki Osmanlı askeri olayı duyarlar ve hemen buluşarak, durum değerlendirmesi yaparlar.

Biz TÜRK askeriyiz ve Avustralya’da yaşıyoruz. Avustralya devleti Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi işgale gitmiş, bundan dolayı biz de Avustralya devletine savaş açalım derler.

Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:

Sayın Avustralya Yetkilileri…. (İngilizlerin sömürgesi olduğu için Dönemin Sömürge VALİSİ)
Biz iki TÜRK askeri, ülkenizde bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz Osmanlıya Avustralya devleti olarak savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Bundan dolayı iki TÜRK askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız. Bu bir “Osmanlı Savaş Fermanı “dır. Avusturalya’ya duyurulur....
Avustralyalı yetkililer Bu mektubu alırlar, Okurlar ama Ciddiye almazlar……

Karahisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet, Karadeniz diyarından Menteşoğlu Abdullah İki Osmanlı askeri, Sidney’ in 250 km uzağında Karlıdağlar denilen bölgede siper alırlar… Dondurmacı Abdullah'ın Beyaz Gömleği vardır, Kasap Mehmet'inde Kırmızı Önlüğü GÖMLEK VE ÖNLÜĞÜ SÖKEREK 3 HİLALLİ BAYRAĞI DİKERLER bu bayrak ile DÜŞMANA SAVAŞ AÇARLAR……
Avusturalyalı Yetkililer, Tren ile asker toplayıp limanlara sevketmektedir. Limanlara gelen Asker ve Mühimmat Gemilerle ÇANAKKALE'YE sevk edilmektedir, önce virajlarda tren raylarını sökerek 3 tren devirirler. Üçüncü trende askeri mühimmat bularak silahlanırlar. Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını vururlar.

Ne olduğunu bir turlu çözemeyen Avustralyalılar, sonunda iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektup akıllarına gelir ve bölgeye TREN ile 250 kadar asker gönderirler…. İKİ TÜRK kendilerine savaş açmıştır… Bu savaş Avustralya'nın İlk Resmi savaşıdır… Çaresiz Kalan Avustralya devleti İlk resmi savasına girer, Karşı tarafta İKİ TÜRK... Tren ile gelen 250 kadar Avustralya askerini Pusuya düşüren İki BABAYİĞİT
 Trene saldırır ve iki Osmanlı askeri 60 kadar Avustralya askerini öldürür… Çok şiddetli çatışmalar sonucunda, İKİ ANADOLU ASLANI bu karlı dağlarda şehit Düşer….

İki askerin şu an mezarı Sidney’e 250 km uzakta (White Rock) Karlıdağlar’da... Mezarlarında NUR İÇİNDE YATSINLAR…

Bu iki yiğitin hakkını Teslim eden Avustralya o bölgeye Türk Kayalıkları ismini vermiştir.

Çocuktan Öğrenilecek Üç şey...


Bir çocuğun bir erişkine her zaman öğreteceği üç şey vardır;
Nedensiz yere mutlu olmak,
Her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak
ve
Elde etmek, İstediği şeyi var gücüyle dayatmak...

Ya Rab...



Bahşeyleyip günahımı mesrûr eder misin?

Ya Rab harâp kalbimi ma'mûr eder misin?

Bir insan, ne kadar kötülük işlemiş olursa olsun...



Bir insan, ne kadar kötülük işlemiş olursa olsun, yine de gönlünde iyi bir insan olmak özlemini duyar. İnsanın hidayete gelme arzusundan, yüreğinde bu güzel duygunun uyanmasından ümidimizi kesmememiz gerekir. Çöplükte bir gülün gülümsemesi, sisler içinde bir güneşin görünmesi her zaman mümkündür.

(İmam-ı Gazali)

Korkuyorum, bir kere inanırsam bir daha başımı secdeden kaldıramam diye…


Necip Fazıl, Abidin Dino’ya sormuş:

- “Niçin inanmıyorsun?”

Abidin Dino, kendisine kaybettiren ama başkalarına çok şey kazandıran şu cevabı vermiş:

- “Korkuyorum, bir kere inanırsam bir daha başımı secdeden kaldıramam diye…”

“Yani, siz öyle bir Allah’a inanıyor, öyle azametli, öyle merhametli bir Zat’tan bahsediyorsunuz ki, eğer öyle bir Allah varsa, değil O’na itaat etmemek veya günah işlemek, O varken başımı secdeden kaldırmaya bile haya ederim, o cesareti kendimde bulamam” diyor.

Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır....


Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister.

Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır.

Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.

Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır!
Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır.

Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir.

Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a.

Cami küçücüktür.

Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse yüz 61 pencere, camiin iç güzeliğini aydınlatır.

İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana.

İşte, aşka adanmış iki eser.

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bi yer seçin ve 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin.

Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.

Göreceğiniz manzaraysa şudur;

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar!

Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay.
Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır ....

18 Mart 2014 Salı

Biri arkandan çağırınca


Biri arkandan çağırınca ona kulak verme! Çünkü arkalarından ancak hayvanlar çağırılır.
İmam-ı Âzam (rahimehullah)

Geldiler ama Geçemediler...



Çanakkale Zaferini kazandıran Manevi Ruhun ve Şuurun yaşatılması Duasıyla tüm Şehitlerimizi ve Ecdadımızı Rahmetle ve Minnetle anıyorum...

17 Mart 2014 Pazartesi

Yahya Efendinin Kanuni'ye Ağır Sözü



Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi Yahya efendi, bir gün atıyla giderken iki tane papaz yolunu keser. Atın yularlarını tutup, Papazlar der ki:

- Ya Şeyh, sizin dininizde ölmüşlerden vergi almak var mıdır? 
- Hayır böyle bir şey yoktur.
- Ama sizin sultanınız bizim ölülerimizden bile cizye alıyor bu nasıl oluyor?



Bunun üzerine Yahya efendi hemen padişaha bir mektup yazıp, "Oturduğun o taht sana haram olsun, başına geçsin. Zulmün ölülere bile ulaştı. Bu yaptığın zulüm nedir? Derhal o tahtı terk et" diye çok ağır şeyler söyler. 



Koskoca Padişah bu mektubu alır almaz derhal yanındakilerle beraber yola çıkıp Yahya efendinin dergahına gelir. "Abiciğim, hayırdır ne suç işledim acaba?" diye sordu.Yahya efendi, "Daha ne olsun memurların gayri müslim vatandaşların ölmüşlerinden bile cizye alıyor. Böyle zulüm olur mu?" 



Padişah hemen yanında bulunanlara sordu ve kayıtların beş senedir yenilenmediğini anladı. Rengi sapsarı oldu. Derhal kayıtları yenilettirdi. Fazla alınanların hepsini iade ettirdi, helallik diledi.



Bu arada da tahta oturmadı, tekrar Yahya efendiye gidip, "Şimdi tahtıma oturabilir miyim?" diye sordu. O da "Git artık nasıl oturursan otur” buyurdu.

Zengin ne kadar zengin?



İbrahim Edhem hazretlerine adamın biri bir miktar para hediye vermek ister. 
- Ben zenginin verdiğini alırım. Fakirsen verdiğini almam. 
- Zenginim efendim.

- Kaç altının var? 
- İki bin altınım var. 

- Bu paranın dört bin olmasını ister misin? 
- İsterim. 

- Altı bin olmasını ister misin? 
- Elbette isterim. 

- Yani ne kadar çok olursa daha fazlasını istersin öyle mi?
- Elbette efendim.

- Sen hani zengindin? Bayağı fakir biriymişsin. Zengin olsan daha fazlasına ihtiyacın olmazdı. Git bunları da o paralarının üzerine koy da biraz artsın. 

Sakın insanların içine girme yoksa...



Harun Reşid, Behlül Dânâ’nın kulübesine gelir ve ona insanlardan niye kaçtığını, saraya niçin gelmediğini sorar. Behlül susar. Harun Reşid saraya gelmesi için çok ısrar edince, (Danışmam lazım) der.

Harun Reşid, (Kime istiyorsan danış) der. 

Behlül kulübeden çıkar. Bitişikteki helaya yönelir ama girdiği gibi geri gelir. (Danıştım, tavsiye etmiyorlar) der. Harun Reşid şaşırır, (Anlayamadım, kime danıştın, neyi tavsiye etmiyorlar?) diye sorar. 

Behlül der ki:
Heladaki pislikler lisan-ı hâl ile dediler ki: “Sakın insanların içine girme. Bak biz, taze meyveler, has ekmekler ve nefis kebaplar idik. Bir kere insanların içine girdik böyle olduk. Sen, sen ol onlardan uzak dur!”

Ramazan'a hürmetin karşılığı ebedi Cennet


Bir Ramazan günü idi. Müslüman mahallesinde oturmakta olan bir Mecusi’nin küçük çocuğu, oruçlu müslümanların arasında ekmek yiyordu. Babası, çocuğun bu yaptığını görünce, (Oğlum Müslümanların arasında yemek yenir mi? Onlar bu günlerde oruç tutarlar, bu günler onların mübarek günleridir, saygı göstermek lazım) diyerek azarladı ve (Git evde ye) diyerek çocuğu eve gönderdi. 

Bu olaydan birkaç sene sonra bu Mecusi öldü. Ölümünden sonra o şehirdeki bir müslüman rüyasında bunu Cennet-i âlâda gördü. Mecusiye, (Nasıl oldu da bu nimete eriştin! Biz seni Mecusi bilirdik. Hatta öldüğün zaman, cenaze namazını bile kılmadık) dedi. 

O da şu cevabı verdi: 

“Evet! Doğru söylüyorsun. Ben bir Mecusi idim. Fakat bir gün küçük oğlum, müslüman mahallesinde, onlar oruçlu olduğu halde yemek yiyordu. Ben çocuğun onların gözleri önünde ekmek yemesine müsaade etmedim. Müslümanların hürmet ettiği bir şeye, ben de hürmet ettiğim için; Cenab-ı Allah, hasta yatağımda beni Müslüman olmakla şereflendirdi. Müslüman olarak öldüğüm için bu nimete kavuştum.” 

Hergün getirilen Salavata Efendimiz (s.a.v)'in Selamı



Borcunu ödeyemeyen bir fakir, Ravza-i Mutahhara'ya gelip: (Ya Resulallah, şefaat buyur, borcum var ödeyemiyorum) diye hâlini arz etti. Az sonra uyku bastırdı, uyuyakaldı. Rüyasında Peygamber efendimizi gördü.

Efendimiz aleyhisselam, (Falan yere git, orada şöyle bir zengin var, ona selamımı söyle, borcun kadar parayı iste. Doğru söylediğine delil isterse, her gün bana 100 salevat getirmeden yatmazdı, dün unuttu.. Onu hatırlat da bu akşam getirsin) buyurdu. 

Heyecanla uyanan adam, zengin adamı araya araya buldu. Adamın evine vardığında onu, samanlıkta saman elerken gördü. Adam samanın içine beş kuruş düşürmüş onu bulmak için bütün samanı elekten geçiriyordu. Onun bu hâlini görünce taaccüp etti ama, yine de ben vazifemi yapayım diye, Resulullahın selamını tebliğ etti: 

“Resulullahın sana selamı var. Salevat getirmeyi dün akşam unutmuşsun, bu akşam söylesin buyurdu. Ben ise borçlu bir kimseyim, benim 300 dirhemlik borcumu ödemeniz için Peygamber efendimiz beni sana gönderdi” dedi. 

Peygamber efendimizden selam gelmesi, adamın çok hoşuna gitmişti. Ne dedi, ne dedi diye adama üç defa tekrarlattı. Adam benimle alay mı ediyorsun diyerek gerisin geriye döndü. Fakat zengin olan, hemen önünü kesti, (Ben senin ağzından Resulullah efendimizin selamını daha fazla duymak için üç defa tekrarlattım. Her söylemene 300 dirhem veriyorum. Eğer daha fazla söyleseydin her biri için 300 dirhem verecektim) dedi ve adama 900 dirhem verip gönderdi. 

Bir'e razı olan Bin'i bulur


Bir gün Efendimiz (sav): -Ya Ali (r.a), seni bir kabileye gönderiyorum, onlara İslam’ı anlatacaksın, buyurdu...
-Ya Resulallah koskoca kabilede beni kaç kişi dinler ki? diye sorunca buyurdular ki:
-Seni tek kişi dinlesin yeter. Bir ferdi irşad etmekle bin ferdin hidayetine vesile olabilirsin! Sen o bir ferdi bul sana yeter!
Bunun üzerine, tek kişi de dinlese yeter, diyerek kabileye giden Hz. Ali (r.a), İslam’ı anlatmaya başladı. Birer ikişer başına toplanan kabile halkı dediler ki:
-Biz imanımızı burada değil bizzat Resulullah’ın huzurunda ilan etmek istiyoruz, sen bizi O’na götür.
Hep birlikte Medine’ye geldiler. Efendimiz (sav) tebessümle karşıladıktan sonra buyurdu ki:
-Ya Ali! ‘Bir’e razı oldun Allah (cc) sana bini verdi. Bir’e razı olmasaydın bu bini getiremezdin buraya!

RESÛLULLAH (S.A.V)'İN MÂNEVÎ EVLÂDI


Ali Semerkandî hazretleri, tahsîlini tamamladıktan sonra, Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamada yıllarca imâmlık yaptı. Mânevî bir işâret ile Medîne-i münevvereye geldi. Orada Resûlullah efendimizin mübârek türbelerinde yedi sene kadar türbedârlık hizmetinde bulundu. Bir gün rüyâsında, Peygamber efendimizin kerîmeleri Fâtımâ vâlidemizi gördü. Rüyâda; “Yâ Ali! Resûlullah’ın huzûruna git. Seni mânevî evlatlığa kabûl buyuracak!” dedi. Ali Semerkandî uyanınca, hemen Resûlullah’ın mübârek huzûruna koştu. Mübârek kabrinin karşısına geçip, diz üzerinde edeble oturdu. Başını önüne eğerek, murâkabe hâlinde beklemeye başladı. Bir müddet sonra Ravda-i mutahharadan Resûlullah efendimizin; “Buyur yâ Ali! Seni mânevî evlâdım olarak kabûl ettim. Kıyâmete kadar bu mûcizem bâkî kalsın. Yâ Ali! Öyle bir beldeye git ki, fakirlikleri sebebiyle beni ziyâret edemeyen ümmetim, seni ziyâret etsinler. Sen benim evlâdım olduğun için, sana yapılan ziyâreti bana yapılmış gibi kabûl ederim” mübârek sözlerini işitti. Hemen yola çıkarak, Ankara’nın Çamlıdere havâlisine geldi. (Çamlıdere’nin eski ismi Şeyhler olup, bu zâta izâfeten verilmişti.
Çamlıdere’ye bir derviş kıyâfetinde gelen Ali Semerkandî, oradaki insanların çok fakir olduğunu görerek, işâret buyurulan yerin burası olduğunu mânevî keşf ile anladı. Buradaki insanların irşâdı için çalıştı...
Ali Semerkandî hazretleri vefatına yakın buyurdu ki:

“NEFSİ TANIYAN ÇOK AZDIR!..”
“Kulluk esâsının birincisi, nefsi tanımaktır. Halbuki onu tanıyan çok azdır. Onu tanımak şöyle dursun, varlığını kabûl edenler dahi kıymetli kimseler olarak kabûl edilir. Allahü teâlâ, nefsten daha ahmak, daha çirkin ve ondan daha pis kokulu bir şey yaratmadı. İrfan sâhipleri için, ondan daha dar bir zindan düşünülemez. Nefsini tanıyabilen, her tarafı emin olan, tehlikelerden korunmuş bir kal’aya sığınmış olur. Tanıyamayan, hattâ anlamak istemeyen için tehlike büyüktür. Onu anlamadıkça, şerrinden kurtulmak mümkün değildir. Onu anlamadan, mârifet sâhibi olunmaz...”

16 Mart 2014 Pazar

Koca Fatih'in tercihi

Şeyhim Akşemseddin Hazretleri İle Beraber Yaptığım Zikrin Lezzetine Dünyaları Bile Değişmem. Eğer Şeyhim İzin Verseydi Zikir Yolunu Tercih Eder, Saltanatı Terk Ederdim. (Fatih Sultan Mehmet Han)

Mutezile, Cebriyeci ve Ateist, imam-ı A'zam'a karşı

İmam-ı a'zam hazretlerine bir ateist, bir mutezile, bir de cebriyeci üç kimse gelir. Ateist sorar:
(Allah varsa, var olan görülür. Varsa ispat et.) Akılcı olan mutezile sorar:
(Cehennemde ateş var. Şeytan ateşten yaratılmıştır. Şeytana ceza vermek mümkün mü?)Cebriyeci de sorar:
(Sen ise irade-i cüziyye var diyorsun. Her şeyin hâlıkı Allah iken insan ne yapabilir ki?) 
İmam-ı a'zam hazretleri, yerden 3 avuç nemli toprağı top gibi yapıp, her topu birine atar.
Üçü de, durumu kadıya şikayet eder. Kadı niye çamur topu attığını sorar.

İmam-ı a'zam hazretleri der ki:
Bunlar bana soru sordu ben de cevap verdim.Ateist, Allah varsa, var olan şeyin görünmesi gerekir demişti. Toprak başımı acıttı dedi, madem ağrı var, ağrıyı göstermesi lazımdır. Ağrıyı bile göremeyen Allah’ı nasıl görebilir ki? Ateist akılsızdır, aklı varsa göstermesi gerekir. Ruh da akıl gibi görünmez, ama yaptıklarından anlaşılır. Kâinatın var olması da onun bir yaratıcısının olmasını gerektiğini gösterir.

Mutezile
 olan ise, topraktan yaratılmış olduğu halde, çamur toptan etkilendi. Toprak topraktan etkilendiğine göre ateş de ateşten etkilenir. Demir testeresi demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar.

Cebriyeci
 ise, (Allah her işi zorla yaptırır) diyordu. O zaman o toprağı Allah attı, bu beni niye şikayet ediyor? Kendi kendini yalanlamış oluyor

OSMANLILARDA TOPLU TAŞIMA KURALLARI



6 Aralık 1909 târihinde kabul edilen “Dersaadet Otobüs ve Omnibüs Osmanlı Anonim Şirketi Şartnâmesi” şu maddelerden ibâretti: ·         Otomobil, otobüs, omnibüs ve emsâlinin modeli, taşıyacağı yolcuların miktarı belediyenin izniyle olacaktır ·         Arabaların miktarı belediye tarafından tâyin ve gazetelerle ilân edileceği gibi, numaraları üstlerine yazılacaktır.·         Sırf kadınlar için ayrı olarak kâfi miktarda arabalar bulunacaktır.·         Sokaklarda beklemek yasak olup her yerde dâire mârifetiyle gösterilen yerlerde (duraklarda) bir müddet durabileceklerdir.·         Bilâ-mezuniyet arabaların tatili sebebiyle ahâlinin bîzâr edilmesine meydan verilmeyecektir ve târifeden fazla ücret alınmayacaktır. Eşya nakliyesi için ayrıca târife yapılacaktır.·         Geceleri yolculardan fazla ücret talep olunmayacaktır.·        Köprülerden geçmek için her arabadan köprü ücreti alınacaktır.·         Askerlerden yarı ücret alınıp, belediye çavuşları vazifede ücretsiz binecektir.·        Arabaların gerek temizleme ve gerek metanetine ve gerek trenlerin yolunda hareket eylemelerine, zayıf ve sakat atlar koşulmamasına dikkat olunacak. Şehir içinde buharlı her nev’i arabaların sür’ati normal sür’atten fazla olmayacaktır.·        Makinistler ve arabacılar ehliyetli olacağı gibi, güzel ahlâklarına dâir belediyenin tasdiki olacaktır·         Talep olunan Ruhsatnâme’nin i’ta olunduğu günden itibâren beher araba için senevî târifesi mûcibince 20 kişilik ve fazlası için 1000 kuruş ve 1’den 19’a kadar olanlardan 600 kuruş belediyeye i’ta kılınacağı gibi hâsılat-ı gayr-ı safiyenin umumunda %5 her ay nihâyetinde bilhesap belediye menfa’atine terk ve te’diye edilecektir. Arabalar konforlu olacaktır.·         Hususi olarak kiralanan arabalar dahi, diğerleri gibi bu şartlara tâbi olacaktır.

15 Mart 2014 Cumartesi

Müslüman olunca önceki günahlar affedilir




Dıhye-i Kelbi, iman etmeden önce zengin bir Arap melikiydi. Peygamber efendimiz onun müslüman olmasını arzu ediyordu. 

Dıhye, Mescid-i Nebeviye girdi. Peygamber efendimiz, mübarek omuzlarındaki elbisesini yere serdiler. Oraya oturmasını işaret buyurdular. Resul-i ekrem efendimizin bu keremini gören Dıhye’nin gözlerinden yaşlar boşandı. Hürmetle, saygı ile “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulühu” diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Peygamber efendimiz aleyhisselam sordu:
- Niçin ağlıyorsun?
- Ya Resulallah! Ben çok büyük günahlar işledim. Bu günahlarımın kefareti nedir? Malımın, mülkümün sadaka olarak verilmesi mi, yoksa öldürülmem mi gerekiyor?

- Ey Dıhye, nedir günahın?
- Ya Resulallah! Cahiliyet devrinin âdetine uyarak kız çocuklarımı öldürmüştüm.

Tam o sırada Cebrail aleyhisselam gelerek:
“Ya Resulallah! Allahü teâlâ müslüman olanların önceki işledikleri bütün günahlarını affetti” buyurdu.

Kimi seversen ahirette onunla berabersin


Eshab-ı kiramdan bir tanesinin çok üzüldüğünü gören Peygamber efendimiz ona sordu:
- Bu kadar niye üzülüyorsun? 
Şahıs dedi ki: 
- Ya Resulallah bizim ne olacak halimiz sizin bu anlattıklarınızı tam yapamıyoruz.

Böyle çok meyus ve mükedder iken Peygamber efendimiz (sav) orada bir müjde bildirir: 
(El mer’ü mea men ehabbe)
Sen diyor, üzülme burada kimi seversen ahirette onunla berabersin
Demek ki kim olduğumuz değil, kimi sevdiğimiz önemli.

14 Mart 2014 Cuma

Toprağın altında en fazla ne var?..

Behlül Dânâ hazretleri, Halife Harun Reşid’e soruyor:
- Toprağın altında en fazla ne var? - Bunu bilemeyecek ne var, ölü var.
- Hayır, Sultanım ölüler değil feryatlar var. İman ile gidenler, niye daha çok çalışmadık, niye daha çok ibadet yapmadık diye, iman ile gidip, günahkâr olanlar da niye bu günahları işledik diye, kâfirler ise neden küfre sebep olacak işler yaptık diye herkesin feryadını bastırarak, feryat ederler

İnsanın ahiret hayatı, ölümü ile başlar. Kabirdekilerin feryatlarını insanlar ve cinler dışında herkes duyar. Peygamber efendimiz,(Eğer hayvanlar, ölümden sonra insanların başına gelecek olan dehşetli anı, bilecek olsaydılar, deri kemik kalacakları için, yiyecek et bulamazdınız) buyurdu. Ama insanlar bildikleri halde gaflet içindeler.

Besmele’nin önemi



Allahü teâlâ kullarını Cennete davet ettiği zaman, davetiyesinin altındaki imza “Bismillâhirrahmânirrahîm” olacak. Âdem aleyhisselama ilk gelen âyet, Besmele’dir. Besmele’nin daha birçok faziletleri vardır.

Besmele’yle yenen lokmalar vücuda şifadır, Besmele’siz yenenler ise vücutta hastalık yapar. Besmele söyleyerek yiyip içenin vücuduna, şeytan giremez. Besmele’siz yenilen ve içilen gıdalarla beraber, şeytan da vücuda girer. Büyük zatlar, her yudumda, her lokmada Besmele çekerler.

İki tane şeytan yola çıkıp bir beldeye gelirler. Biri diğerine, (Sen şu eve, ben bu eve! Bir ay sonra burada görüşelim) der. Diğeri de tamam diyerek, ayrılırlar. Bir ay sonra buluşurlar. Bir tanesi çok zayıflar, ip gibi olur, diğeri ise aşırı şişmanlar. Şişman olan, zayıf olana, bu ne hâl diye sorunca, o da, (Mahvoldum, ne yeseler, ne iş yapsalar Besmele çekiyorlar, bir yere giremedim, bir şey yapamadım. Açlıktan ölecek hale geldim) der. Şişman güler, (Benim gittiğim evdekilerin gâfilliklerinden dolayı, hiçbir işte Besmele hatırlarına gelmiyor) der.

Yeni evlenen bir kadın, bir şey alırken, bir yere bir şey koyarken, her işinde hep Besmele çekermiş. Kocası, (Bu kadarı da çok) diye onun bu haline kızarmış. Bir gün, ona bir oyun oynamak istemiş. Bir kese altın verip, (Bunu sakla, ihtiyaç olunca senden alırım) demiş. Hanımı keseyi alıp, Besmele çekerek sandığa koymuş. Kocası da gizliden onu takip etmiş. Bir gün hanımı yokken, keseyi oradan alıp bahçedeki kuyuya atmış. Sonra da, hanım, ihtiyaç oldu, keseyi getir demiş. Kadın, Besmeleyle sandığı açmış, Besmeleyle elini sandığa uzatıp, keseyi çıkarmış. Bir de bakmış, keseden sular damlıyor. Çok şaşırmış, (Hayret, bu nasıl ıslandı?) demiş. Bunu takip eden kocası ise, daha çok şaşırmış ve çok utanmış. Meğer Besmele’nin hürmetine, melekler oradan alıp getirmiş.
Vasıtaya binerken
Bismillahillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüvessemî’ul alîm.
 Bu duada, karada, denizde, havada, yani nerede olursa olsun, bir mümin, başladığı herhangi bir işte Besmele çekerse, ona bir zarar gelmeyeceği bildiriliyor. Herhangi bir vasıtaya [uçağa, gemiye, otobüse] binerken Besmele çeken hiç korkmasın! O halde, her işe başlarken Besmele çekmeyi ihmal etmemelidir.